GÖKHAN EMRE AKIL


                                           

                                                       

Gökhan benim çok sevdiğim bir dostum. Bir karar aşamasındayken bana  “ Seni sen yapan şey hayallerin, fikirlerin Tuğçe. Zengin olmak tercih değildir, mutlu olmayı istemek tercihtir. Ben iki tişörtle dünyayı gezmeyi tercih ettim. Bu benim hayatım ve ben bunu yaşıyorum,mutlu oluyorum. Sen kendine inan çünkü, ben sana ve hayallerine inanıyorum.Sen de kendine şans ver ” demişti. Ne kadar değerli söyledikleri bir bilseniz.. Bir çok insan telefon ve araba değiştirirken Gökhan para biriktirmeyi tercih etti, fotoğraf çekebilmek için. Buradaki İlk röportajımı da beni ne kadar desteklediğini bildiğimden onunla yapmak istedim. Umarım siz de onu merak edip işlerini takip edersiniz …

*Afrika’ya 9 kere gitmenin sebebi nedir? Seni orada  ne bu kadar etkiledi ki diğer kıtalar yerine oraya gitmeyi tercih ettin?



Her insanın çocukluk hayali vardır. Çocuktum ama hayalim çok büyüktü.. Hayalimde hep Afrika kıtasına gitmek vardı ve gittikçe hayalim daha da büyüdü. Fakir ama güçlü karakterler oradakiler. Ayakkabıları bile yok birçoğunun ama, yüzlerinden gülümsemeler de eksik olmuyor. 10 kuruşluk şekere, çikolataya mutlu olan insanları görmek, hayatımdaki en masum anıları  oluşturuyor. Neden afrika sorusuna gelince, “Bagomoya Afrika” yani Kalbimiz Afrika’da!






* Afrikalıları “Karanlık kıtanın renkli insanları” olarak tasfir etmişsin… Oradaki insanların hayata bakışıyla alakalı gözlemlerin neler?

Bir kıta düşünün, göz alabildiğine siyah tenli insanlar  ama bizlerden daha renkli dünyaları var. Ayrım yapmıyorum elbette ama ruhlarımız farklı. Mesela onlar rengarenk giyiniyorlar. Pembe, Turuncu, mor, sarı gibi sıcak renkleri karıştırıp giyiniyorlar. Kapı gıcırtısına dans ediyorlar ve ellerinde imkan olmadan müzik yapmaya çalışıyorlar. Bizim, dünya kadar kullanabileceğimiz müzik aleti varken saatlerce kıyafet uyumu ve alışverişle hayatı kaçırıyoruz. Mutlu olmak çok basit oysa ki.


* Patlak bir topla maç yapmışsınız. Seni oyuna dahil edişlerini anlatır mısın?
Köyleri gezerken Uganda'da, bir baktım patlak topla futbol oynuyorlar. Kalecinin eldiveni yok. Yırtık bir anne terliğini eldiven yapmış kendine, yaratıcı bir kaleci! Ben bu maçı “birde bizi şartlar eşitken görün” olarak algıladım. Futbola tutkunluğum hep vardır, beden eğitimi mezunuyum  zaten, daldım aralarına. Çok sert, bir o kadar neşeli bir maçtı. Sonuçta, benim olduğum takımı 9-6 yendiler. Harika bir maçtı, gördüklerimi ve hissettiklerimi asla unutamam… İleride aynı mahalleye yine gideceğim, bu sefer rövanşı almaya!




* Ruhun Rengi Olmaz kitabın için dilediğin kadar insana ulaşabildin mi, nasıl tepkiler aldın?
Bu kitabı yazmamın tek bir amacı vardı.Afrikalı insanları, hikayelerini paylaşabileyim diye yazdım. Dilediğim kadar insana ulaşamadı ne yazık ki... Malum sizde bilirsiniz ki, herhangi bir şeyi yaymak istediğinizde, sosyal medya çok etkili. Hediye ettiğim sanatçılar oldu ama sağolsunlar onlar instgramında çilek, mutfak, ağaç, kahve, pencere gibi çok daha önemli şeyleri paylaştıkları için kitabım ulaşamadı. Ben bu insanlar beni paylaşsın diye de kitabımı çıkarmadım.Bir umudum vardı belki yayılır diye, henüz yayılmadı .Kitabı alan herkes çok beğendi ve hiç olumsuz bir tepki almadım. Fotoğraflar kendini anlatsa da, altına küçük hikayeler yazarak destekledim çektiklerimi.

* Fotoğraflarını kurgulamaktansa, hayatın doğal kurgusunu fotoğraflamayı tercih ediyor gibisin.. Gerçeğe müdahale edilmesi hakkında düşüncelerin neler?
Fotoğrafa sanat olarak bakmadığım içindir..Ben fotoğrafın hem doğal, hem de gerçek olmasından yanayım. Örneğin bir manzarayı çektikten 10 yıl sonra, aynı manzarayı çekemezsiniz. Mutlaka değişmiştir. Bir bölgeyi de illa manzara üzerinden anlatmamıza gerek yok. Ben portre fotoğraf çekerek ,o bölgeyi, insanların yüz ifadesinden anlatmaya çalışıyorum. Bir bölgeyi oranın manzarası değil, oranın insanı anlatır ve o fotoğraf bir ömür yaşar. Bu yüzden çektiğiniz fotoğraf sanat değil, tarih olur.

* Hiç ünlü olma çaban olmadı. Birçok insan senin röportajlarından, işlerinden habersiz.. Sergi gelirlerini bile Afrikalı çocuklara bağışladın. Hep sakin, mütevazi biri oldun. Biraz iç dünyanı anlatır mısın :))
Ben çok sessiz bir insanım. Her insanın kendini ifade etme biçimi vardır.Ben de fotoğraf çekerek kendimi ifade etmeye çalışıyorum. Hiçbir zaman amacım meşhur olmak olmadı.Ben fotoğraf çekerken çok mutluyum. Ben iyiyim ya da neden insanlar beni beğenmiyor, işlerimi takip etmiyor demedim. İnandığım tek şey, fotoğraf çekmenin hayatım boyunca yaptığım en harika iş olduğu…


* Sanat piyasasında fotoğrafçının yeri hakkında ne düşünüyorsun? Sergilerde çok fahiş rakamlara satılan fotoğraflar var..
Öncelikle bizim ülkede sanatın bir yeri olmadığını düşünüyorum.. Birçok Avm’de, üniversitelerde, farklı ekonomik düzeylerin olduğu bölgelerde fotoğraf sergisi yaptım. Çok fazla saygısız insanla muhattap oldum kendi ülkemde. Afrika, Hindistan gibi ülkelerde insanlar levis kot, lacoste gömlek, nike ayakkabı giymiyorlar ama daha saygılılar. Bizim insanımız da gücünü kıyafet ve cebindeki paradan aldığı için hala hayata at gözlüğüyle bakıyor. Bunu şöyle bir örnekle izah etmeye çalışayım. Atlar 360 derece her yeri görebilirler. Bu nedenle yarış atları için at gözlüğü geliştirilmiştir. At gözlüğü yarış atlarının sağa sola,arkaya bakmasını yani, dikkatinin dağılmasını önlemek amacıyla takılır. İşte insan da hayata at gözlüğüyle değil,at gözüyle bakmalıdır. Sanat, gösteriş bizim ülkede. Çok zengin aileler gelir, çok pahalı bir resim tablosunu alır. Amaç, o tablonun çok güzel olması değil çok pahalı olmasıdır, güç gösterisidir. En iyi ve en pahalıya sahip olma isteğidir. Nietzsche’nin şu cümlesi duygularıma tercüman oldu: “İki temel sorunu var insanlığın. Adaletsizlik ve anlamsızlık. Birine karşı hukuku bulduk, diğerine karşı sanatı. Ama insanlar hukuka ulaşamadı. Ve sanat insanlara. ” Bir süre düşündüm bu cümleyi. Adaletsizlik mi? Diz boyu... Ya sanat? Anlamsızlığına devam edecek gibi... O halde, becerebildiklerimizden başlamak belki de en iyisi…


* Fotoğraflar tarihi belleğimizi oluşturuyor. Ara Güler‘in yazar ve sanatçı portreleri, foto muhabiri olarak yaptığı işler, değişen İstanbul’u belgelediği fotoğrafları  mesela.. Bu tarihi köprüyü oluşturan başka Türk takip ettiğin fotoğraf sanatçısı var mı?

Tabiki de var; Coşkun ARAL, Rıza ÖZEL, Mustafa SEVEN… Bunlar çok sevdiğim fotoğrafçılardır, kendilerine has tarzları var.

* Kevin Carter’in 1994 Pulitzer ödülü aldığı Akbaba ve küçük kız fotoğrafı da baya tartışma konusu olmuştu (etik mi, değil mi diye). Sence fotoğrafçının nesnesiyle etkileşimi nasıl olmalı?
Her fotoğrafçı, o fotoğraf karesini çekmek isterdi. Bir olayı anlatıyor, savaşı, yaşamla mücadeleyi… Burası tamam. Ama herkesin öncelikle bir karakteri,bir tavrı, bir sınırı olmalı ve bu sınır temelimizde insan olmamız var. Dünyanın en iyi fotoğrafını çekip bir insan hayatını kurtaramıyorsan, değil Pulitzer, bi ülkeyi size bağışlasalar ne fayda... Yani öncelik insan hayatı, daha sonra fotoğraf olmalıydı.

* Steve McCurry Ankara’daki sergi söyleşisinde Hangi fotoğraf makinasını kullanalım sorusuna, “Fotoğraf makinanızdan daha önemli şeyler var, isterseniz cep telefonunuzla çekin fark etmez” cevabını vermişti. Sen ne düşünüyorsun?
Bir yanım katılsa da, diğer yanım yine bir şeyler söylemek istiyor. Fotoğrafı, fotoğrafçı çeker makine değil. Fakat sevgili Mccury bu sözleri söylerken, kendisi 200 milyarlık Hasselblad makinesi ile neden fotoğraf çekiyor? Ben Nikon kullanıyorum ve onun kullandığı makineyle arasında inanın dağlar kadar fark yok. Neden siz Hasselblad kullanıyorsunuz diye soran olmamış. O,  national geographic destekli, güvenliklerle gezip, dolaşarak 200 bin tl lik makinesiyle fotoğraf çekebilir. Biz dinlemeyi çok severiz, yeter ki  karşımızda konuşan o "başarı" dediğimiz ödülleri alan insanlar olsun!

* Geçmişte fotoğraflar birer anıyken, fotoğrafın albümlerde saklanarak kişisel ve aile hafızamızı oluşturan bir özelliği vardı. Artık telefonlardan yaptığımız yoğun fotoğraf paylaşımı, insanın belleğini kısa süreli hale getiriyor. Bu da anılardan kopmasını sağlamıyor mu?
Sizin bahsettiğiniz geçmiş; güzel olan, kaliteli ve samimi anı fotoğraflarını içeren zamanlar. Günümüzdeki telefon paylaşımları; ev eşyası, yemekler, çilekler, harika yaşamlar... Sırf insanlar beğensin diye yapılan şeyleri içeriyor. Geçmişte insanlar, birbirlerine birşeyleri beğendirme amacı gütmediği için, her şey daha samimi ve kaliteliydi. Anılar, anılarda kaldı. Şuan, anı diye bir şey yok...

*  Her yerde yüzlerce fotoğraf kursu var. Kurslara giden çoğu insan ilk fotoğraflarında  artık bir klişe haline gelmiş konuları seçerek yaşlıları, yoksulları çekip, dramatik bir yaklaşım içine giriyor. Sen kursa gittin mi ? Fotoğrafçı olmak isteyen arkadaşlara tavsiyelerin varsa son olarak onları da alalım…
Ben, kendi kendime öğrendim. Daha sonrada Ara Güler hocanın öğrencisi oldum. Kaliteli kurslara gitmeyi tercih edebilirler. Bir sürü fotoğraf çekmeliler. Ne kadar çok fotoğraf çekerlerse, o kadar çok gelişirler. En önemlisi de, farklı fotoğrafçıların fotoğraflarını, kadrajlarını izleyerek, takip ederek gözlerini geliştirmeleri olmalı. Unutmayalım ki fotoğrafı önce göz çeker, makine değil!
Teşekkür ederim röportaj için…
           
    Ben dünya vatandaşıyım. Dünyadaki her birey, benim için önemli..Para, mal, mülk sahibi olmak, başarılı olmak demek değildir. Başarılı insanlar, hayallerini gerçekleştiren insanlardır. Hayallerini gerçekleştirirken, başka insanları da etkilerler. Hayallerinizin çalınmasına izin vermeyin! Bir hayaliniz varsa, asla vazgeçmeyin. Çoğu insan 25 inde ölür, 70 inde gömerler! Yürüyen ölülerden olmayın, çalışın ve üretin. Yolunuz ve yönünüz, daima insanlık, merhamet ve gurur olsun.. GEA

TEŞEKKÜR EDERİM..

Yorumlar

  1. Özenli ve keyifle okunan bir röportaj olmuş, elinize sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

DENİZ YORULMAZER İLE UFAK TEFEK BİR RÖPORTAJ

KENDİMİ İŞE ALDIM